28 Şubat 2012 Salı

Borges üzerine...Labirentler, hayat ve sihir...

Jorge Louis Borges’de hiper-metin: Sözcüklere sarılı sonsuz labirentin tekinsiz kahramanları

“Kitapla labirentin aynı şey olduğu hiçkimsenin aklına gelmemiş.”

Borges’in kurmacası ve özellikle “Yolları Çatallanan Bahçe” adlı hikâyesi bir iktidar alanı olarak salt bilginin faniliğini ve imgelem dünyasının büyülü sonsuz olanaklarını hiper-metin tadında verir okura.

Latin Amerikan edebiyatının Arjantinli usta yazarı Jorge Louis Borges’in kurmaca dünyası çok geniş ve aslında ezoterik okumaların birikimiş sonucu ortaya çıkar diyebiliriz. Zira bireyin koca evrende salt bütünlük, uyum ve anlam arayışının beyhudeliği Borges’in zamanı ve mekânı parçalayarak biribinde eriten büyüsel, döngüsel ve biraz da tekinsiz diyebileceğimiz sıra dışı dilinin ve kurmacasının temellerini atar. Çocukluğunda rastladığı ve okumaktan büyük keyif aldığı dünyanın yedi harikasının döngüsel lâbirent biçemindeki anlatısı onun kurmacasındaki ayrıcalıklı edebi söylemin izini taşır büyük ölçüde. Bu bağlamdaki en güçlü eserlerinden biri Ficciones:Hayaller ve Hikâyeler’deki özellikle “Yolları Çatallanan Bahçe” adlı hikâyesi Borges’in gerçeklik ve zaman kavramını sorgulaması ve bu iki kavramı çok katmanlı zihinsel duyumsamalara sarıp sarmalamasıyla ünlüdür. Borges’e göre gerçek dünya bir dizi gerçeklik içindeki sonsuz devinimler, sonsuz olasılıklardan başka bir şey değildir. Bu noktada Borges’in özellikle Avrupa tarzı bir eğitimden geçtiğini ve öncelikli olarak Fransız şairlerinden, Cervantes’den, Dante’den ve özellikle İngiliz yazarlar Shakespeare, John Milton, Samuel Taylor Coleridge, Thomas De Quincey ve H.G. Wells’den oldukça etkilendiğini görürüz. Burada insanın zihninde var olan sayısız gerçeklikten beslenen Borges salt idealizmin sunduğu gerçekliğin ve zamanın doğrusal tek bir çizgi üzerinden temsiline, maddenin ve ruhun ikili karşıtlığına şiddetle karşı çıkar hiç şüphesiz.

“Yolları Çatallan Bahçe” öncelikli olarak olağan bir detektif hikâyesi gibi başlasa da sayısız ilişkiler, kurgular aracılığıyla birbirini kesen, birbirine dönen ve birbirinin üstüne düşerek sonsuz ihtimaller, yollar ve dolayısıyla tek tip gerçekliğin yerine çok katmanlı gerçekler yaratan zamansız, mekânsız ve bu anlamda hiper[*] bir metindir. Borges’in hiper metin yaratarak detektif hikâye odaklı kurguyu hedef almasının gücü hikâyenin gerçekte karar verme, yaşamdaki sonsuz ayrıntıları, bağlantıları ve bilgi yığınını keşfetme ve bu yol aracılığıyla birçok yaşamı aynı anda deneyimleme olasılığında gizlidir. Hikâye ilkin bir anlatıcı tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan bir olaya gönderme yaparak başlar. Ardından Yüzbaşı Liddell Hart’ın Birinci Dünya Savaşı’na dair açıkladığı bir talihsizlik ve beraberinde getirdği sorgulama ile Dr. Yu Tsun’un beyanı—kendisinin aslında bir Alman casusu olduğunu açıklaması—üzerinden ilerler. Dr. Yu Tsun ile bağlantılı olan kişinin öldürülmesiyle açığa çıkan olayların ardından kendisinin Almanlara çok önemli bir mesaj iletmek zorunda olduğu öğrenilir. Hikâyede Stephan Albert da burada devreye girer. Stephan Albert Almanlar’a mesaj iletme konusunda ona yardım edecektir. Aynı anda İngiliz istihbarat servisinin casuslarından İrlandalı Richard Madden de Yu Tsun’un peşine düşer. Ondan kaçmak ve mesajı iletme arzusunda olan Yu Tsun, Stephan Albert’in evine gittiğindeyse, Albert onu eski Çin konsolosuna benzetir ve kendisinin özenle hazırladığı bahçesini görmeye geldiğini düşünür. Ne var ki büyük bir tesadüf eseri Stephan Albert, Dr. Yu Tsun’un atası olan Ts’ui Pen tarafından kurulmuş lâbirent bahçenin ikizini yaratmıştır. Dahası, önemli bir yazar olan Ts’ui Pen’in atası da bir yabancı tarafından ödürülmeden önce “Yolları Çatallanan Bahçe” adlı sıra dışı hikâyesi üzerinde tam on üç yıl çalışmıştır. Hikâyenin ve söz konusu insan yapımı lâbirent bahçenin kesişen yolu ve hikâyenin asıl büyüsel şekli tam bu noktada kendini gösteriyor diyebiliriz. Zira Stephan Albert, lâbirent bahçesiyle uğraşmanın yanı sıra söz konusu roman üzerine derin düşüncelerle doludur ve hâlihazırda çalışmalar yapararak romandaki—ve bahçesindeki— labirentin de gizine varır:

-“Doğru cevabı satranç olan bir bilmecede geçmeyen tek sözcük hangisidir?”

-“Bir an düşündükten sonra cevap verdim, “satranç sözcüğü.”

-“Tam üstüne bastınız”dedi Albert. ”Yolları Çatallanan Bahçe” konusu zaman olan uçsuz bucaksız bir bilmece ya da mesel; bu çok gizli nedenden ötürü zaman sözcüğü geçmiyor. Bir sözcüğü hiç kullanmamak, onun yerine yetersiz benzetmeler ve dolambaçlı anlatım yollarına başvurmak onu vurgulamanın belki de en etkili yoludur.” (s.90).

Bu noktadan hareketle zamanı odak alarak geçmiş, şimdi ve geleceğin dünya üzerinde “nasıl” var olduğu sorusunun hem imgesel hem de tinsel anlamda bütün metne metaforik ve son derece çarpıcı biçimde yedirilmesi, Borges’in bütüncül yaşam görüşünden çok parçalı, tıpkı bir cinayet kurgusundaki saklı gerçeklikler ve sonsuz ayrıntılarla bezeli bakış açısına oldukça yakındır. Dolayısıyla evrensel bir zaman ve aslında mekândan da bahsetmeyen Borges, edebi söyleminde bireysel çoklu gerçeklikleri ve tıpkı bir nehir gibi akıp giden sonsuz bilgiyi kabul etmek için bir anlamda bütünden vazgeçer. Zira lâbirent bahçe gibi her bilgi, her olay, her dönüş olası çeşitli geleceklere doğru açılır:

“Yolları çatallanan bahçe’mi çeşitli geleceklere (hepsine değil) bırakıyorum. Daha ilk bakışta anladım: “Yolları Çatallanan Bahçe” o karmakarışık romandı; çeşitli geleceklere (hepsine değil) sözü çatallamanın uzamda değil zamanda olduğunu düşündürdü. Eseri iyice bir okuyunca kuramım doğrulandı. Bütün kurgusal eserlerde, kişi birden fazla seçenekle karşılaştığında, bir tekini seçer ve ötekilerden vazgeçer; Ts’ui Pen’in kurgusal eserindeyse yazar—aynı anda— hepsini birden seçiyordu. Yazar böylelikle kendileri de çoğalıp çatallaşan çok sayıda gelecek, çok sayıda zaman da yaratıyordu. Romandaki çelişkilerin açıklaması da bu işte. Diyelim ki Fang diye birinin bildiği bir sır var; bir yabancı çalıyor kapısını; Fang araya giren bu adamı öldürebilir; ikisi de kaçıp kurtulabilir; ikisi de ölebilir falan filan; her biri de başka çatallanmalar için birer çıkış noktası. Bazen bu lâbirentlerin yolları kavuşur; örneğin siz bu eve geldiniz; olası geçmişlerden birinde düşmanımsınız, bir başkasında dostum” (s.88).

Böylece doğrusallıktan uzak, birçok seçeneğin, zamanın ve mekânın bulunduğu ve

yol ayrımlarının giderek çatallaştığı, gerek yöndeşik gerekse ayrıksı durumlarda bireyin

bütün bunları ayrı, zaman zaman da aynı anda yaşayabilmesinin büyüsel söylemini yaratır Borges. Bu söylemde geçmiş yaşanmamıştır; zira zaman çatallanır ve gelecek asıl şimdi var olur. Dolayısıyla Yu Tsun, Albert ile kendisnin pek çok zaman diliminde aynı anda birlikte var olduklarını derinden hisseder:

“Yüzyıllar boyu birbirine yaklaşan, çatallanan, sekteye uğrayan ya da birbirineden habersiz zamanlardan örülen bu ağ bütün olasılıkları kucaklamaktadır. Biz bu zamanların birçoğunda varolmayız; bazılarında siz varolursunuz, ben olmam; ötekilerde ben varolurum, siz olmazsınız. Talihin yüzüme gülüp de sizi karşıma çıkardığı şu içinde bulunduğumuz zamanda evime geldiniz; bir başkasında, bahçeden geçerken cesedimi buldunuz; gene başka birinde, aynı sözleri söylüyorum ama ben bir aldatmaca, bir hayaletim.”

“Zaman sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallaşıyor. Bunlardan birinde sen sizin düşmanınızım.”

“Gelecek şu anda var oluyor, “ karşılığını verdim, “ama ben dostunuzum sizin. Şu mektubu bir kere daha görebilir miyim?” (s. 91).

Albert’in, Yu Tsun’un atasına ait söz konusu mektubu göstermek amacıyla oturduğu yerden ayağa kalkmasıyla birlikte Yu Tsun ona arkadan ateş edip onu yere yıkarak öldürür. Artık mesaj iletilmesi gereken yere ulaşmıştır; saldırılması gereken kentin adı Berlin’e bildirilir. Zira Yu Tsun, Albert adlı kente işaret ediyordur ve bunu yapmak için de aynı adı taşıyan adamı öldürmekten başka çaresi yoktur; konu hakkındaki giz perdesi aralanmıştır artık: “Gerisi gerçek olmaktan uzak, önemi de yok zaten” diyerek bitirir hikâyesini Yu Tsun.

Bu noktada aslında ötelenmiş diyebileceğimiz bir edimin sonucudur Albert’in Yu Tsun tarafından öldürülmesi. Yu Tsun, Yüzbaşı Richard’dan kaçarken bir anlamda kendinden, kendi yıkımından kaçar. Hikâyenin başlangıcında “bir aynada vedalaştım kendi kendimle” derken çektiği acılardan kendi kendini önce yok eder ve ardından bir başka biçimde, farklı zamanların çatallaştığı tekinsiz noktalarda yeniden yaratır benliğini. Burada Jacques Derrida’nın geçmiş ve bellek üzerine çözümlemeler yaptığı The Promise of Memory adlı yaptına bakmak Borges’in kurmaca dünyasını ve kahramanlarını daha iyi anlamamıza da yardım eder. Derrida, geçmişin acılardan ve yaşamdaki büyük çatlaklardan meydana geldiğini ve geçmişin bütün bunlarla birlikte aslında tam da gelecekte açılıp varolduğunu söyler (2005, s.78). Dolayısıyla burada Borges’in yarattığı hiper metinin olanaklarında, sonsuz salınımlarda ve çoklu zaman dilimlerinde varolan karakterler kendilerini güçlü anlamda merkezsizleştirip tekinsizleştirerek büyüsel bir kimliğe bürürler. Dahası zamanın çatallaşan sıra dışı öznelliğinde karakterlerdeki madde-ruh karşıtlığı da burada güçlü biçimde sekteye uğrar. Yu Tsun ya da ölümle karşılaşan Albert bile artık zamanın sayısız geleceğe doğru durmaksızın çatallanan yollarında çeşitli kisveler takınırlar; öznelliklerini çok katmanlı olarak inşa edeler. Zira Albert için ölüm bile bir aldatmaca bir hâyalettir aslında. Burada Deleuze ve Guattari’nin öznelliği sabit bir kimlik olarak görmedikleri yapısalcılık sonrası ayrımların da önem kazandığını söyleyebiliriz. Zira öznenin varsayılan bütünlüğü Ben’in ötesindeki (toplumsal) kimlikler aracılığıyla tekinsizleştirilir ve kararsızlaştırlır der Deleuze ve Guattari (1989,s. 47). Bir başka deyişle özne dış unsurlarda temas kurduğu alanlarda bir kayma yaşayarak belirsizleşir. Borges çoklu zaman ağını kurmacasının odağına yerleştirirken, her tip zamanda kurduğu sayısız ilişkiler ve bağlantılar aracılığıyla karakterlerini var edip ardından onları parçalar. Böylece karakterler de başka zaman boyutlarında türlü biçimlerde etkin kılınırlar. Dolayısıyla salt sözcüklere sarılı sonsuz lâbirent bahçenin kıyısında gezinen tekinsiz ve sıra dışı kahramanlardır Borges’in kurmaca özneleri. Bu bağlamda Borges büyüselliğin gerçeklikle harmanlandığı o ince eşikte yer alır. Dahası zamanın çizgi niteliğindeki doğrusallığını ve tek tip gerçekliğini reddederek tarih yazımını da yarattığı karakterlerine bağlı olarak keskin uçlarla sorgular. Zira hikâyenin başında Liddell Hart’ın Birinci Dünya Savaşı’na dair beyan ettiği bir talihsizlik—şiddetli yağmur nedeniyle gerçekte 24 Temmuz 1916’daki saldırının 29 sabahına ertelenmesi— tarihin de tıpkı detektif hikâye kurgusu içindeki bireyin sonsuz devinimleri gibi açık uçlu, değişken ve güçlü biçimde sorgulanabilir olduğunu gösterir bize.

Nihayetinde Borges’in kurmacası ve özellikle “Yolları Çatallanan Bahçe” adlı hikâyesi bir iktidar alanı olarak salt bilginin faniliğini ve imgelem dünyasının büyülü sonsuz olanaklarını hiper-metin tadında verir okura. Borges’in buradaki kurgusu bir anlamda Shakespeare oyunlarını andırır. Özellikle Othello’da kimin ne söylediğini kimin nasıl algıladığı, kimin aslında ne için konuşup ona inandığı akıl oyunlarını anımsatır bize. Zira Borges hem zamanla hem de büyük ölçüde okurlarıyla akıl oyunları oynar. Borges’in şu sözleri onun kurmacasını belki de en iyi özetleyen cümleleridir: “Kaderimiz... Korkunç değildir, çünkü gerçek değildir; korkunçtur çünkü değiştirilemez ve kaskatıdır. Zaman, yapıldığım maddedir. Zaman beni taşıyan bir nehirdir, ama ben nehirim; beni harap eden bir kaplandır, ama kaplan benim; beni yakıp yok eden ateştir, ama ateş benim. Eyvah! Dünya gerçektir. Eyvah! Ben Borges'im.” (2008).

Kaynakça

Borges, J.L. (2010), Ficciones Hayaller ve Hikâyeler, İstanbul: İletişim Yayınları.

Deluze, G. (1989). Nietzsche and Philosophy. New York: The Athlone Press

Fritsch, M. (2005). The Promise Of Memory. New York: State University Of New York Press.



[*] Bir yazıda çeşitli gerek yazılı gerekse göresel çeşitli bağlantılar içererek sonsuz bağlantı dizisi yaratan ve gene kendi üstüne kapanarak bir anlamda her yerle, her zamanla ilişkisi olan metinlerdir. 1960’larda Ted Nelson tarafından geliştirilen ve özellikle iletişim teknolojileri ve bilgisayar ağlarının veri tabanları ile bellek havuzlarıyla ilişkilendirilen bu metinler, yaratıcının gerçekte bir bilgisayar programı biçiminde önerdiği sözcük ve tümcelerdir. Bu biçim metinler sürekli kendilerini çoğaltıp yenileyerek sonsuz bir zaman ve mekân algısında varolur. Örnek olarak bilgisayar ağında bir nesne seçerseniz, o nesneyle ilgili her türlü bağlantıyı ve diğer nesneleri de görmüş olursunuz. Borges’in kurmacası büyük anlamda yazarın kendisine de ihtiyaç duymaksızın bütün zamanlarla, bütün mekânlarla semantik anlamda sayısız ilişkiler kurarark hiper metin niteliğinde kendini sürekli çoğaltır.


**Bu yazı Notos Aralık-Ocak 2012 32. Sayı'da yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok: