“Ç.E.V.İ.R.M.E.N.”
NE DEMEKTİR?
Ağır Bir Soruya Hafif Bir Yanıt
Yurdanur Salman
Ç- Çile Demektir
Çevirmenler çileci kişilerdir. Genlerine mazohistlik karışmış olmalıdır. Okuma-anlama, yorumlama, yazma konusunda - bazen - üstün beceriler geliştirmiş olmalarına karşın, ömür boyu zevkle okuma, yorumcu olma, yazarlık yapma gibi daha doyurucu uğraşları seçmezler de, başkalarının ürettiği metinlerle uğraşıp durmak gibi - pek de akıllıca görülemeyecek - bir uğraşı seçerler. Bu seçmeyi neden yaptıklarını, çevirmenlere ancak kendileri - ya da ruh doktorları - açıklayabilir.
E - Emek Demektir
Emeklemek olarak da anlaşılabilir bu. Çünkü çeviri becerisini elde edebilmek için uzun süre yerlerde sürünmek, sayfaların üzerinde emek-le-mek gerekir. Çeviri uğraşının ne denli büyük, uzun süreli, acılı, sancılı - sonunda hep eksiklik ve yetersizlik duygusu bırakan - bir emek harcaması olduğunu ancak, bir sayfa bile olsun çeviri yapmayı deneyenler bilir. Uzun metinler, kalın kitaplar, yaratıcı yazılar çeviren - deviren değil!- çevirmenlerin bunu nasıl ve neden yaptıklarına hep şaşmak gerekir. Toplumsal düzenimiz içinde her emeğin, olumlu ya da olumsuz bir ödülü olması gerektiğine göre, çevirmenler için de belki okurlarının hayır dualarına gereksinme duyan emekçiler ya da kendilerini bilgiyi ulaşılabilir kılmaya adamış Tanrı kulları olarak bekledikleri - ve bazen belki buldukları - bir ödül vardır kendilerince. Yoksa, güzelim emekleri boşa gitmiş demektir.
V - Vasıta/Aracı Demektir
Çevirmen, vasıta/aracı olmayı seçmekle, gene alçak - ama çok alçak - gönüllü davranmaktadır. Atasözü “Alçak eşeğe herkes semer vurur,” der, ama kendilerini bilen çevirmen o tür alçaklardan değildir. Her yayıncı çevirmene istemediği kitabı çevirtemez. Çevirmen etinden kanından damıtacağı, güzel aklından süzeceği metinleri kendisi seçer, kendince yorumlar ve başka bir dilde - organik olarak - yeniden örer. Bu aktarma/iletme/kotarma işine beyninin hücreleri, hücrelerinin çekirdekleri, DNA’ları, akıllı genleri dörtnala koşarak katılır. Katılmıyorsa, çevirmen iyi bir vasıta/aracı/iletken olamamış demektir. Yazın çevirisi yapıyorsa, çevirmenin eski hücrelerindeki kayıtları tam kapasite kullanması, sinir uçlarını daha da uzatması, titreşimlerini arttırması, arada bir delirmesi ya da delirmeye yaklaşması, ama hemen sonra aklını yeniden başına toplaması gereklidir. Yazarlar ve şairler zaten normalin dışına taşmış kişilerdir. Aynı taşkınlığı yakalayabilmek, ama milimetresine dek ayarlayabilmek, aşırı taşkınlığa kaçmamak, azımsanacak beceriler değildir. Çevirmen de o yazar, o şair ölçüsünde oyuncu, yaratıcı, çılgın, renkli, aykırı, ölçüsüz, ince ayarlı, coşkulu, bazen de numaracı (?) olabilmek ister istemesine, ama haddini bilmek zorundadır. Vasıta vasıtadır: Vasıtalığının ölçüsünü bilmek durumundadır!
İ - İş Ama Çok Zorlu İş - Demektir
Çevirmenlerin işi hiç bitmez. En iyisi bu işe hiç başlamamaktır, ama çevirmen - her nedense ya da her nasılsa - başlamıştır bir kez. Yazar tek bir metinle uğraşır; belki metnini yeniden yazar, kısaltır, uzatır, değiştirir; metin onun tekelindedir, kafasındadır, elindedir, metnini istediği dozda ayarlama, istediği yerde kesme, istediği dönemeçten istediği hızda ya da ya da kopuklukta döndürme özgürlüğüne sahiptir. Çevirmen - isteyerek seçmişse - yazarına bir yandan sevgi duyar, özenir; bazen de kızar; gene de büyük bir saygıyla yaklaşmak zorundadır ona!
Çevirmen, kölesi olmadan izlemek zorundadır yazarını. Tanımak, bütün yapıtlarını okumak, o yapıtları açıklamaya yardımcı olacak kaynaklara başvurmak zorundadır. Zaten özgün dili öğrenebilmek için yeterince çile çekmiştir gençliğinde. Şimdi de o yazarın, o yapıtın özgün dilini çözmek için daha çileli bir yola girmiştir. Kendi metnini - ürke ürke - üretmeye girişir. Bu ilk çekiştir - derin bir iç çekiş de olabilir bazen elbette! Biçem yakalanmamıştır, anlam tam çözülememiştir, titreşimler aynı incelikle aktarılamıyordur! Ara vermek gerekmektedir; hava dağıtmak gerekmektedir. Hava değişimi bile gerekebilir bu aşamada! Neyse, başlanmış işi bitirmek, ama mayayı da tutturmak gerekir. Bütün bunlar çevirmenin, kimsenin anlamadığı, belki tahmin bile edemediği dertleridir. Bu arada çevirmenin benzi iyice sararabilir; bunu ancak onu çok sevenler - belki annesi, sevgilisi, can dostları falan - fark edebilirler. Bu gibi dertler içinde çevirmen başladığı metnin çevirisini, birkaç yazımdan, binlerce düzeltmeden ve ince ayarlamadan sonra, ama her zaman başlangıçta tahmin ettiğinden çok daha uzun bir sürede tamamlar. Yayıncısına teslim ederken - hiç kurtulamadığı “eksiklik” duygusu nedeniyle - boynu biraz büküktür, özür diler gibidir. Yayıncı da bunu hemen sezerek çevirinin telif hakkını düşük tutma ya da çeviri ücretinin ödenmesini erteleme fırsatından yararlanır. İşte çeviri, çevirmenin başına, metni çevirmenin getirdiği o zorlu işin dışında böylesi işler de açar. Evet, çeviri çok zorlu bir iştir!
R - Rahatsızlık Demektir
Bir çeviriyi tamamladıktan sonra çevirmen rahatlama isteği duyabilir, çünkü yorulmuştur, ama - çevirisine ilişkin olarak - içini hiçbir zaman bir rahatlık duygusu kaplayamaz. “O sözcüğü kullanmasaydım”, “O tümceyi öyle bitirmeseydim”, “Keşke son paragrafı daha vurucu kılsaydım”, “Kahraman iç çekerken ‘of’ sözcüğünü dört yerine beş ‘f’ koyarak yazsaydım”, “Küfürleri pek fazla sansür uygulamadan kullansaydım”, “İngiliz mizahının dozunu Türk mizahının dozuna çıkarmasaydım”, vb. vb. gibi pişmanlıkların getirdiği rahatsızlıkla günlerce dertli dertli dolaşır. Basılmış metni eline aldığında, ‘of’u yazarken kullandığı dört harfin, ikiye indirilmiş olduğunu görünce intiharın eşiğine gelir, ama bütün bunları her nasılsa atlatır... Hatta aynı yazarın ikinci bir kitabını çevirmek için aynı yayınevince ikna bile edilebilir. Bu da hiç anlaşılabilir bir şey değildir. Çevirmenimiz iyice rahatsızdır gerçekten!
M - Marifet/Beceri Demektir
Çevirmenin bir “dil canbazı” olması beklenir. Canbazlık, canıyla oynamak anlamına geliyorsa, çevirmen gerçekten canını tehlikeye atmaktadır. Uzun ve derin anlamlı metinlerin içine dalmak gözüpeklik ve çeşitli marifetler, beceriler edinmiş olmayı gerektirir. Bu marifetler, tıpkı derin sulara tüpsüz dalmayı öğrenmek gibi yavaş yavaş, sınaya deneye, düşe kalka, canını dişine taka taka edinilmiştir. Çevirmen bu marifetleri geliştirmemişse, gereken düzeyde edinmemişse, metnin derinlerinde ya da sığlarında boğulması işten - onun işlerinden biri - bile değildir. Bu gibi nedenlerle boğulan - yazarını da boğmuş olan - pek çok çevirmen vardır ama onların, üstünde adları yazılı mezarları olmadığından kimse ruhlarına hayırdua - ya da başka bir şey, hele hele anlamsızlıkta boğdukları metinlerden parçalar - okumaz, Marifetlerini geliştirmiş, bilemiş olan çevirmenin çevirilerini okumaya doyum olmaz. Bir çevirmenin geliştirebileceği üst-marifet ya da meta-beceri, mayayı tutturup tutturamadığını bilebilmesi, kendi pişirdiği aşın tadına - kayınvalidesinin bakacağı gibi acımasızca - bakabilmesidir!
E - Er-iş-mek Demektir
Her iyi şey sabır işidir, ama çevirmenlik - özellikle de yazın çevirmenliği - “Ya sabır!” işidir. Tıpkı Sisiphos’u, taşı yeniden tepeye çıkarmak üzere, bunun bilinci içinde aşağıya inerken takdir ettiğimiz gibi, çevirmeni de - hangi haklı ya da delice nedenle olursa olsun - başından kalktığı metnin çevirisine yeniden dönerken takdir ederiz. O kararlıdır, yazgısını kendisi seçmiştir, ermiş sabrıyla çalışması gerekir - zaten yazarın metnindeki gerçeklere, biçemin dozuna, dilin binbir oyununun işleyişine ve 99’uncu sayfaya yeni ermiştir - ayağı daha yeni suya ermiştir! Bu noktada bu metni bırakmak ya da sabrı, emeği, çileyi gevşetmek olmaz. Bu bilgiye birinci kitapta erişmek o kadar da kolay olmamıştır, ama ikinci, üçüncü, dördüncü kitaplarda çevirmenin kendisiyle ilgili olarak hikmetine erdiği gerçek şudur: “Bir kere yaptım, bir daha yapabilirim. Belki daha da kolay yapabilirim. Ne de olsa bu işin nasıl yapılacağını, en çözülmez görünen kesimlerin yeterince uğraşınca çözülebilir olduğunu, bitmeyecek gibi görünen uzun metinlerin bir gün gelip bittiğini yaşayarak gördüm. Bu da bana yeter! Bu metnin de sonuna er-iş-ebilirim.”
N - Neden Demektir
Bazı kişiler, “Neden çeviri yapmayayım, dil biliyorum ya!” derler. Yayıncıların çoğu yabancı dil bilenlere, “Neden - bize! - çeviri yapmıyorsunuz?” derler. Bazı çevirmenler de en son kitaplarını teslim ettikten sonra bile kendilerine, “Neden çeviri yapıyorum ben?” diye sorarlar. İlginç olan soru - anlamsız gibi görünse de - bu sonuncusudur, çünkü insanın giriştiği anlamlı ya da anlamsız işleri, uğraşları zaman zaman - iş işten geçtikten sonra bile- sorgulamasında yarar olabilir. Çevirmen, “Neden çeviri yapıyorum?” sorusunun yanıtını kendine hiçbir zaman açık seçik veremeyecektir, ama onun yanıtlaması beklenen başka bir soru vardır: “Nasıl/Ne kadar/Ne ölçüde iyi çeviri yapıyorum?” Elbette burada “iyi çeviri”yi belirleyen ölçütlerin ne olduğu sorusu akla gelebilir. Bu ölçütleri saptayabilmek son derece güçtür. Çeviri kuramı ne derse desin, bu sorunun yanıtı çevirinin okurunda gizlidir. Kitabın kaç okura ulaştığı, ulaştığı okurların neresine ne kadar ulaştığı da bilinemez. Bu nedenle de çevirmen bir yandan çileli uğraşını sürdürürken kendine, “Neden çeviri yapıyorum ben?” sorusunu sorup durmadan edemez.
Yurdanur Salman-2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder