Elime Tutun, çevirmen Aslı Biçen’in ilk kitabı. Biçen bu ilk kitabında zihnimizin arka bahçesinde saklanan imgeleri farklı bir bakış açısıyla harmanlayarak su yüzüne çıkarıyor ve felsefenin, ruhbilimin, deliliğin, cinselliğin, dilin, özellikle de belleğin işleyişini irdeleyerek bir kadınla bir erkeğin karmaşık doğalarını açımlıyor. Elime Tutun, bir sözcük oyunuyla açılan ve temposunu son sayfasına kadar hiç düşürmeyen bir yapıt. Cinselliğini yitirmiş bir adamla kendi dilini yavaş yavaş kaybederek deliliğe sürüklenen bir kadının imkansız ilişkisi üzerine kurulmuş. Anlatının odak noktasında bir adamla bir kadın var ama sonsuzluğu, daimi derinliği simgeleyen deniz de baskın bir öğe olarak karşımıza çıkıyor. Cinsellik yoksunu adamla sözcük perhizine yakalanarak deliliğe adım adım yaklaşan kadın birbirlerini sevmeye çalışırken, onları aynı yaşam çizgisinde buluşturan Kadıköy-Beşiktaş vapur seferleri de gitgide cinselliğin, belki de cinselliksizliğin, deliliğin, belleğin çarpıcı, çarpıtıcı ve sarsıcı dönüşümlerine tanıklık ediyor. Bu tanıklık sürecine kadının kocası da eklenince, bütün bu sancılı yansımalar şiddetini ikiye, üçe katlıyor. Böylece sevişmesiz, yasaklı bir adam, kendi kurduğu ama sonradan denetiminden çıkan bir dille boğuşmak zorunda kalan bir kadın, cinsellik için kullanılan, hayatın bir yerine sıkışıp kalmış koca üçgeninde başlayan itişip kakışmalar, zihin oyunları, sayfalar boyunca sürüp gidiyor. Biçen sözcükleri, imgeleri öylesine derinlikli bir biçimde yoğuruyor ki, zaman zaman olayları, karakterlerin bellek işleyişlerini kavramakta zorlanıyoruz. Biçen’in düşünce biçimini ve imgelem dünyasını anlamaya başladığımızdaysa yazarın kaleminden dökülenler sanki daha yakına geliyor; önceleri bize biraz uzak ve soyut görünen eğretilemeler de zihnimizde tek tek anlamını bulmaya başlıyor. Sayfalar ilerledikçe Biçen bu kısa ama son derece yoğun anlatısında kalemini derine, hep daha derine batırmaktan çekinmiyor. Dilsizliğin dilini, deliliği, belleği, belleğin sınırlarını ve oynadığı karmaşık oyunları, cinselliği, cinselliğin kaybedilişini ve bunun yarattığı hezeyanları, histeriyi, tümünün sonucunda da ölümü anlatırken edebiyattan, ruhbilimden ve felsefeden de yardım alarak bu üçlünün derinliklerinde dolaşıyor. Bu yönüyle Elime Tutun’a salt anlatı demek haksızlık olur gibi geliyor bana. Yeri geliyor, yazarın “arka bahçesinde” saklananlar özyaşamöyküsü tadında dökülüyor sayfalara; yeri geliyor, yazar, yarattığı karakterler hakkında üçüncü bir kişi olarak keskin yorumlarını, gözlemlerini, çözümlemelerini sunuyor. Biçen sanki yıllardır zihninde biriktirdiği, hayatın üzerine yüklediği düşünceleri, anlamları, anlamsızlıkları, kıyıda yaşamanın yol açtığı sancıları, hatta cinselliği, dilsizliği, deliliği olanca gücüyle boşaltıyor kitabın sayfalarına. Sözcükler, imgeler umarsız bir biçimde sürüklenip akarken bir bakıma rahatlıyor yazarımız, üzerinden yük kalkmış gibi hafifliyor. Biçen’in farklı yaklaşımıyla şekillenen ve birbirini tamamlamak isteyip de tamamlayamayan karakterlerle okura sunulan bu anlatıda yaratılan dile de değinelim. Çevirilerinden aşina olduğumuz üzere Biçen’in dili son derece incelikli ve yapmacıklıktan uzak. Nasıl hissediyorsa, o yöne doğru çeviriyor kalemini. Bazen kalemi acıyla seğiriyor ve hüzünlü bir dille buluşturuyor bizi, bazen çılgınlığın tutsağı oluyor ve deliliğin pençesindeki bir akıl hastasının ağzından dökülenleri veriyor okura tereddüt etmeksizin. Fakat Biçen, samimi üslubuna karşın anlatısında ele aldığı konulardan dolayı yer yer kapalı bir anlatımı tercih ediyor. Sonuçta Elime Tutun için hem yazarın kişisel yolculuğunun, hem yaratılan sıradışı karakterlerdeki ruhsal sancıların, hem de dil, cinsellik gibi evrensel temaların belleğin penceresinden sayfalara dökümü diyebiliriz. Yazar bir sözcük oyunuyla başlattığı bu anlatımı gene bir sözcük oyunuyla bitirirken, bize de dilin gücüne bir kez daha inanmak düşüyor: “Elimi tut, Elime Tutun, elimden tut, elimde tutkun.”
Picus, Mayıs-2005'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder